loader image

Tabanlarım Kaşınıyor

Tabanlarım Kaşınıyor
En güzel emri almıştım, ‘GEL…’

Yeni buluşmanın tüm heyecanı son saatlerde inanılmaz artmıştı. Dakikalar hızlıydı da malum trafik, Efendim’e gecikmem için anlaşmış gibi yavaştı. Ben, özlemiştim Efendim’i ve emindim bu buluşma bugün olacaktı. Üstelik tabanlarım kaşınıyor diye sabırsızdım 😉 Elimde olsa, gücüm yetse emekleyerek gitmek isterdim. Dizlerimi yere vura vura…

Her defasında, o ilk karşılaşmayı hep daha güzel olsun diye aklımızda ne kadar kurgulasak da, bir şey olur ve an mahvolur. Bende bir sakarlık yapıp Efendim’in kahvesi fincandan tabağına taşırdım, biraz… Üstelik geç farkettim ne yaptığımı. En az benim kadar masa da kusurluydu. Çünkü, çok hafifti. Yere sabitlenmemişti bile. Ayağım takıldı diye o kadar sarsılması mı gerekirdi sanki… Efendim, karşısında elim ayağıma dolaştığını bildiğinden hiçbir şey demedi.

İlk kemer darbelerini kıçıma yedim

Efendim konuşurken hem ne kadar kendisine hasret kaldığımı, hem de daha dün görüşmüş gibi kaldığımız yerden devam edebilmemizin güzelliğini farkettim. Oturduğum yerde ayak parmak uçlarıma yükleniyordum. Ellerimle oynuyordum. Heyecanlıydım. Neler yaşayacağımın merakı içindeydim. Caddedeki insanların sesleri neredeyse yanımızdalarmış gibi içeri giriyordu ki, Efendim pencereyi kapattı. Bulunduğumuz oda sessizleşti. Dünya susmuştu benim için…
Bu bir şeylerin başlayacağının da işaretiydi.

‘SOYUN’ emrini alınca hemen kalkmış olmama rağmen, üzerimdekileri çıkardıkça anlamsızca çekindim. Çıplaklığımı her şekilde görmüştü Efendim. Sonunda, günün ilk kemer darbelerini kıçıma yedim. Böylece soyunmak kolaylaştı benim için. (Ne çok özlemişim o kemeri.) Efendim’in gösterdiği paketi açtım ve içinden benim için alınmış rengi fıstık yeşili olan topuklu ayakkabıyı giydim. Yalnız, şimdi bu güzelim ayakkabıları hakedebilecek miydi ayaklarım falakada! Tabanlarım kaşınıyorken ve Efendim’in benim için aldığı ayakkabılar da varken ya gık çıkarmayacaktım ya da…

Tabanlarımın kaşıntısı karşılığını buluyordu

Uzanacağım yer hakkında konuşurken falakanın gelişi kesinleşmişti. Yüzüstü yattım ve Efendim’in bana yapacakalarına hazırdım. Bu ne güzel bir duygudur. Tereddütsüz ve gülen yüzle olacakları beklemek. Yine benim için alınan siyah ve pembe bağlarla ayaklarım ilk kez böylesine sımsıkı bağlandı. Normal vuruşlarla başladı falakam. Tabanlarımın kaşıntısı karşılığını buluyordu. köle, Efendi’sinin yanında ve falaka sayesinde tek meşguliyeti benim! Eksiğimiz yok, tamamlanmıştık. Ayaklarım özenle bağlanmıştı. Bağlı olmasa da farketmezdi ki, deli miyim kalkar mıyım yerimden.

O bağlar beni zaptetmek için değildi biliyorum. Sabit tutmaya yarıyordu sadece. Tebessümle başlanan falaka, dudaklarımı ısırmama neden olacak şekilde ağırlaşıyordu. Çok acıyacak belli ki, tutmam lazım kendimi diye sakinleşmeye çalışsam da, sızlanmalarımı çok geçmeden dışa vurmaya başladım. ‘Efendim, dayanamıyorum!’ Kendime hayret ediyordum ve çok kızıyordum. Neden sabredemiyordum! Bu kadar kötü müydüm?

Falakayı canı gönülden isterken, Efendim’in merhametine sığınmak istiyordum acilen ve utanarak. Çünkü, falaka henüz yeni başlamış sayılırdı. Şimdiden zorlanıyordum sonunu nasıl getirecektim! Sonra bir ara gözlerim Efendim’in eline takıldı. Yukarıdan ayaklarıma inen kemerin hızı ve sertliği canımın acısının sebebiydi. Halının tozu alınırken, cansız olduğu halde bu derece sopayla vurmuyorlardır herhalde. Ama Efendim, tabanlarımdan derimi sıyırırcasına vuruyordu. Bir ara koltuğun ayağındaki çatlağa odaklandım. Dikkatimi dağıtmak için oyalanıyordum, güya. Ayaklarım yanıyordu. Tabanlarım kaşınıyordu bunu içtenlikle ve özlemle söylüyordum. Daha kabloya geçmeden tutuşmuştum.

Bazen elleriyle ayaklarıma dokunuyordu Efendim

Efendim’e yalvarsam yakarsam acımı hafifletir mi diye düşündüm. Sorun şu ki, beceremiyordum iyi yalvarmayı. Zor değildi, tembeldim sadece. Çalışmayı ihmal eden köle kıvransın şimdi! Efendim yalvarma imkanını tanıdı bana rağmen. Aslında şu dakikadan itibaren canımın yanmasına sebep bendim. Verilen ödevi vakitlice yapsaydım ve hazır olsaydım gidişatı değişme şansım vardı. Evet, kabloda sırasını savacaktı. Falakayı seven köle Elif olarak yattığım yerde, Elif gibi korkakça davranıyordum.

Ama her zamankinden başka bir durum vardı. Canımın acısı bir yana ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Efendim bir başka, bu falaka başka! Benimle bir süre konuşmadı bile. Evet, başta belli hata ve ihmallerim için bu falaka cezasını hakettiğimi söylemişti ama dayanılır gibi değildi tabanlarıma olanlar. Bir anda dursa ayaklarımın her geçen saniye acısı azalacaktı ancak ben, Efendim’deki değişikliğinin nedenini anlayamadıkça içim rahat etmeyecekti. Ben ne yapmıştım ya da ne yapmamıştım! Bulamıyordum nedenini… Efendim ile yüzyüze ve telefon görüşmelerinde sabırla bana her konuda olması gerekenleri anlatıyordu. Anladım Efendim diyordum. Fakat bazı konularda harekete geçmeyişimin birgün elime ayağıma dolanacağını hesap edemedim! Bu falaka farklı…çok ağır, kızgın, kırgın, içinde bulunduğum durumları yakıştıramayan, değiş artık der gibi…
Zamanında konuşmuştu ayaklarımın canına okuyan ellerin sahibi. Şimdi susuyordu.

Benden gecikmiş cevaplarımı ve adımlarımı bekliyordu. Yok, yok. Acımasız olan ne Efendim ne de kablo. Efendim fazlasıyla zaman tanıdı bana. Kablonun o keskin acısı ile ayaklarımın üstüne dolanması yok mu, hatırladıkça nefesim kesiliyor. Bazen elleriyle ayaklarıma dokunuyordu Efendim. O anda kendimi bırakıyordum. Acımın kaynağı Efendim’in ellerinden sonsuz bir şevkat dağılıyordu ayaklarımdan tüm vücuduma. Acıyı bıçak gibi kesiyordu yine o eller. Hızla gevşiyordu kaskatı olan bedenim. Bana olanlar benim yüzümdendi.

Bokunu yiyebilirdim Efendim’in

Tabanlarım kaşınıyor diye hevesle beklediğim falakada yanıyordu her darbede ayaklarım. Efendim ne kadar şiddetliyse o kadar affetmek istiyordu kölesini. Arınsın paklansın istiyordu falakada. kölesinin bağlılığının farkında ve gücünün sınırını da biliyordu Efendim. Bu sorunu çözmenin yolu cezayı çekerken yalvarmaktı…

Ceza ve yalvarmak kölenin suyu/sabunu, duası/tövbesi. Ben de etkili ve akıcı şekilde yalvarmayı başarabilmeliydim artık! Efendim’e boyun eğmiştim her konuda. Sözel olarak ifademin zayıflığını güçlendirmem şarttı. Yalvarmaya çalışıyordum. Olmuyordu, deniyordum. Suskun kaldıkça darbeler feci oluyordu, yalvarırken ise Efendim’in ara verdiğini ya da şiddeti azalttığını farkettim. Siz ne güzel insansınız Efendim! Dilimdeki kilidi can havliyle aklıma gelen cümlelerle açmaya çalışıyordum. Ama şifre hatalı. Anahtar yanlış. Lütfen desem milyar kez reddediliyor. ‘Ne olur yapmayın’ desem, faydasız! Ayağının altını öpsem, ha bir de öpmeyeydim! Doğru yalvarışı ararken zaman kaybediyordum ve olan ayaklarıma oluyordu.

Belliydi aslında, açıktı beklenen. köleyim ben basit düşünmeliydim. Yerimi bilip kendim ne kadar aşağılık olduğumu ifade etsem, dik başlılık yapmadan her şeye razı ve hazır olduğumu dile getirsem, insani ihtiyaç dahi olsa gidermemin tek yolu yalvarmak olduğunu kabul edip dilenmeyi bilsem işler kolaylaşacaktı benim için. Kabloyu bırakması için her şeyi yapardım. Efendim, beni uygun gördüğü yerden istediği kadar sikebilirdi. Bokunu yiyebilirdim Efendim’in.

Uygun görülen şiddette şükrettim

Her ne kadar falakanın tadını çıkarmak istemişsem de kabloyla yarışmayı göze alamıyordum. Tek isteğim, hiç olmazsa kemerle devam edilmesi içindi. Yalvarışlarım sonuç vermişti Efendim’in de sayesinde. Son ama hepsinden ağır üç kablo vuruşunu da çektikten sonra kemere dönmüştü Efendim. Bu şekilde de okşanmıyordu tabi tabanlarım. Acısına katlanmaya çalıştım bir süre daha. Eğer uslu durmazsam kabloya geçebilirdi Efendim. Bu yüzden uygun görülen şiddette şükrettim. Bazen elleriye ayağıma dokunuyordu Efendim, hem dövüyor hem seviyordu. Elinden hissediyordum şevkatini ve desteğini. Bırakmasın istiyordum ama o kadarı bile çok iyi geliyordu bana. Bağlar çözülürken çok yorgun hissediyordum kendimi. Titrememi durduramadım dakikalarca. Derin soluk alış verişlerim…

 


 

Ve bu falaka süresince başarısız olduğumu düşündüm. Belki de unutuyordum insan olduğumu, sınırsız acıyı kaldırabileceğimi mi sanıyordum acaba! Kendimi gözümde çok mu büyütmüştüm, yoksa köle demek çelikten bir yapıya sahip olmak mı sanıyordum! Gerçi, çelik dahi belli ısıda değişime maruz kalabiliyor. Bilmem gereken benim sınırım Efendim’dir… O belirler dayanma gücümü. Hata ediyordum kendime güvenmekle. Hatta kendimi suçlamakta. Efendim’e güvenmem gerekiyordu her durumda. Bu düşünceler ağır basıyordu artık ayağımın sızısından öte. Eğer siz yalvarışımı kabul etmeseydiniz, mecbur köpek gibi ağlaya sızlana çekecektim falakayı Efendim. Yine siz oldunuz kurtarıcım. Teşekkür ederim Efendim. Affedilmenin huzuru ve sevinci tüm acı ve ağrılarıma ilaç gibi gelecek.

Dövülerek sikilecektim

Biraz kendime geldikten sonra, yalvarışlarımda ayağımı kablodan kurtarmama vesile olan orospuluk görevime sıra gelmişti. Az önce falaka için yattığım koltuğa doğru eğilip, Efendim’in beni sikmesi için hazırdım.

İyi ki kölesiydim, iyi ki orospusuydum. Her şekilde Efendim’e hizmet edebilmekten mutluydum. Sikerken bir an durdu Efendim, kemerini eline alıyordu. Dövülerek sikilecektim. Bunu gerçekten çok seviyorum. Sırtıma ve kalçama inen kemer tatlı tatlı yakıyordu.

kölesi olduğumu vücuduma iyice işliyordu Efendim.

Yazımı paylaşın

Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. - Özdemir Asaf

Yazar

Paylaşımlar

Diğer yazılarımı da okuyun :-)

köle Elif
Latest posts by köle Elif (see all)

Yazımı paylaşın

Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. - Özdemir Asaf

Yorumlarınız

Düşücelerinizi paylaşın

Bildiri Gönder
Bildir
guest

46 Yorum
Beğenilenler
En Yeniler Eskiler
Inline Feedbacks
View all comments

46
0
Düşüncelerini paylaş, lütfen yorum yap.x