Efendim ile birlikte uyandığım ilk sabah…
Yabancı bir şehir, yabancı bir ev, yabancı bir yatak ama Efendim yanımda. Fiziksel olarak bir gündür tanımış olmamın önemi yok. Yeterli paylaşımlar ve sohbetler gözün görmediğini gösterir insana. En önemlisi de budur. Önce uyanmanın avantajı olarak Efendim’i izledim bir süre. Efendim uyandığında kahvesini emretti. O masada, karşılıklı otururken dün akşamla ilgili hatırlatmalarla utandırdı beni 🙂
Üst üste sopa yiyorum
Bugün ilk kez Efendim’in ellerinden falakaya çekileceğimi öğreniyorum. Heyecan, korku ve merak ile dolup taşıyorum. Öncesinde Efendim’in emriyle kendime falaka uygulamıştım. Kendisinin elinden daha farklı olacağını söylemişti ve bende tatmak üzereydim. Masaya yüz üstü uzanmam emredildi. Efendim farklı açılara kameralar yerleştirip bana da telefonunu verdi. Falaka sırasında göremeyeceği yüz ifademi kaydetmem için.
Sopayla başlıyor Efendim. Kurbanlık gibi yattığım yerde endişe ile beklerken, parka gitmiş çocuk kadar şenim bir yerde. Telefon kamerasında gülen gözlerimi görüyorum ama canım acıyor. Bazen aynı noktaya üst üste sopa yiyorum. Bazen parmaklarımı sıyırıp geçiyor sopa. Iskalanmıyor aslında daha fena ısırıyor. Biraz da Efendim’in kemeri iniyor ayaklarıma. ‘Benim kendime çektiğim falakamıymış’ diyorum içimden. Başımı koluma gömüp, acıyı çekmeye çalışıyorum bir şeklide. Ağlamak istemiyorum.
Sonra bir acı hissediyorum farklı nesne ile. Göremiyorum ne olduğunu. Algılayamıyorum. İç gıcıklayıcı incelikte keskin bir sızı sonrasında yanma. Hissettiğim buydu. Efendim kablo olduğunu söylüyor. Artık telefonda kendimi göremiyorum. Kablonun darbesi beni masada kıvrandırıyor. Efendim’in keyfi yerinde, ‘Ayaklarını yukarı kaldır’ emrini veriyor. Kaldırıyorum. Kablo darbeleri beynimi kaynatıyor.
Yanıyor ayaklarım
Videolarda izlediğim köle kadınların benden cesur olduklarını düşünüyorum. Dayanabilmek, o elleri memnun etmek istiyorum. Bir ara kablo ayağımın üstüne dolanıyor. Birden fazla yeri acıtıyor. Toparlanmam için kısacık bekliyor Efendim. Nasıl iyi geliyor o üç beş saniye…
‘Son 10 falakan’ diyor Efendim. Tabi kabloyla. Ve biliyorum ki son 10 ise mevzu, fazlasıyla güç kullanacak. Ayaklarımın oyuk kısmına erişemiyordu sopa. Efendim bu eksiği gidermek için de kabloyu kullanıyordu besbelli. En çok orayı hedef alıyordu çünkü. Dayanmam lazımdı. Kalbim ritmini düzenleyemiyor. Gözlerimi sıkıp başımı masaya gömüyorum, bir elimle masanın kenarından güç alıyorum. 1 daha çok var, 5 yarısı, 7 çoğu gitti, ayaklarım aşağı düşüyor. ‘Kaldır, kaldır’ 8 bitecek, 9 acısını bastırmadan 10. falaka darbesi… Efendim eminim ki teselli niyetiyle ayaklarıma dokunuyor ama irkiliyorum. Yanıyor ayaklarım. Kalkıyorum ve yeni bir emir, köleliğin diğer yüzü. Orospuluk…
Altında bir şey kalmasın diyor Efendim. Bu sefer sırt üstü yatıyorum. Masanın ucundayım. Efendim’e bakamıyorum. Başımı sağa sola çeviriyorum, gözlerimi kapatıyorum. Efendim ise, kendisine bakmamı emrediyor. Gözlerine… Aslında buna cesaretim yoktu. Sadece itaatsizlik edemezdim. Orada erkek ve kadından ziyade, siken bir Efendi ile sikilen bir köle vardı. Malını kullanan sahip ve sahibine hizmet eden kulu vardı…
Efendim bana tokat atar mısınız
Öğrenmem gereken çok şeyler vardı. Sohbet sırasında o Efendi geçişini nasıl sağlıyordu bilemiyorum. Duruşunu ve ses tonunu değiştirmeden gereken etkiyi yapıyordu. Ben hayran hayran dinlerken, birden kölelik eğitimimle ilgili yapmam gerekenler dudaklarından dökülürken, afallıyorum. Ayaklarının altını uygun pozisyonda ne zaman görürsem kokusunu içime çekerek öpme ve şansımı öğreniyorum. O günlerde tutuk davrandım biraz. Şimdi olsa ayaklarınızın duruşunu heyecanla takip ederim Efendim. Bazı şeylerin fırsatını kaçırmıyorum ama 🙂
Dün attığınız tokatlar hoşuma gitmişti. Bir heyecanla, ‘Efendim bana tokat atar mısınız’ dediğimde memnuniyetle karşılayıp, bana doğru vücudunuzu çevirmeniz ve yüzümü ellerinizin arasına alışınız… Kıvılcımlar patlattınız yüzümde Efendim. Saati gelen ilaç gibi, tadı sert şifalı eller…
Dışarı çıkmak için istediğimiz kadar saat ilerlemişti. Yanıma mevsime uygun giysiler almayı akıl edememek nasıl bir ihmalkarlık hala anlayamıyorum. Efendim’in sağında titrek kölesi olarak yürüyorum. Esen rüzgarı her zamankinden farklı karşılıyor tenim… Soğuk havayı yıllardır böylesine hissetmemiştim. Efendim’e köle olmak, aynı evde kalabilmek ve o sokakları yanyana yürümek, Efendim’e ait bir gezegende misafir olmak gibi. O kısa günlerde yaşadıklarım geldiğim ve döneceğim hayatımdan o kadar farklı ki…
Sopa ile değil, ince ve güçlü insani yönleriyle vuruyordu
Bir çok yerin önünden geçtik. Mekanlardan sokaklara taşan neşeli insanların aralarında yürüyoruz. Enerjileri bize de keyif veriyor. Efendim’in istediği canlı müzik sunan bir yerdi esasında. Sonra bir clup a ikna olduk. Yeraltına doğru ilk kez iniyorum. Benim de kulaklarımı zorlayan düzeyde çalınan müzikler. Bir şeyler içip kısa sürede çıkarız diye anlaştık Efendim ile. Sahneye çıkan grup eski ve yeni çok güzel parçalar seçmişlerdi. Yerimizden uzun süre kalkamadık. Ben çok aptalım. Grubu beğenerek dinlememe rağmen hiç alkışlamadığımı farketti Efendim. ‘Bundan sonra alkışlamadığını görürsem seni beter ederim’ deyince parçaları dinlerken biteceği an’ı kollamaya başladım.
Kendi adıma korksam da, işini iyi yapanın hakkını verme konusunda hassas davranan Efendim’e saygım ve hayranlığım artmaya devam ediyor. kölelik adına sizden öğreneceğim çok şey var evet ama insani anlamda da eksiklerimi sayenizde farkediyorum ve daha özenli olacağım Efendim.
Sıra isteklere gelmişti. ‘Peçete ve kalem getir.’ Efendim de istekte bulunacaktı. Yazıp götürdüm, ancak grup o parçayı bilmiyordu. Yerine kendilerinin tercih ettiği parçayı bize hediye ettiler! Şarkı girerken içimden bu olmaz diyordum. Efendim bakışlarını üzerime çeviriyor. Sandalyede can çekişiyorum. ‘Senin sevdiğin parça değil mi bu?’ Evet ama ben istemedim Efendim sizin dediğinizi yazdım, gerçekten diyorum. Daha önce Efendim’in bahsi geçen şarkı ve yorumcusunu pek sevmediğini öğrenmiştim. Bundan dolayı korkuyordum.
Elimde olmasa da, bu durum saygısızlık gibi göründü gözüme. Efendim’in yüzünde beklemediğim memnuniyet ifadesi beni şaşırtmıştı. Efendim açısından clup daki durumu sonradan öğrenince korkum ve düşüncelerimden dolayı utandım. Efendim bu kez sopa ile değil, ince ve güçlü insani yönleriyle vuruyordu. Üstelik bazı şeylere vesile olduğum için iyi ve güzel dileklerde bulundu.
Başımı döndürüyorsunuz Efendim…
Bir insan başka bir insana falakayı bile sevdirebilir mi?
Dışarda içecek konusunda tercihi bana bırakan Efendim’e evde eşlik etmeye başladım. Farklı tatlara tepkim Efendim’i gülümsetiyordu. İlk deneyimlerimdi. Şarabını içerken rengine bakışı, kokusunu içine çekişi ve içerken yaşadığı keyfini izleyebilmek ne güzel. Takibim farkedildiğinden midir bilinmez ‘İstersen kendine bir kadeh doldur’ dedi Efendim. Sizin kadehinizdeki son yudumu almak isterim Efendim dedim.
‘Yere otur, başını yukarı kaldır ve ağzını aç.’ Çenemi tuttu ve aldığı son yudumu dudaklarından bana içirdi Efendim. Baştan ayağa titredim. Bu özel an’ı bana yaşattığınız için binlerce kez teşekkür ederim Efendim. Hatırladıkça içim kaynıyor mutluluktan. Efendim, ‘Kan gibi görünüyor boynunda.’ deyince kalkıp aynada kendime bakıyorum. Ne güzel görünüyor. Çenemden başlayıp boynumdan aşağı devam eden ince kırmızı bir yol yapmış şarap. Doğum lekesi gibi izini bir ömür taşımak istedim.
Sonra kırmızı derken gözlerim tabanlarıma kaydı. Kıpkırmızıydı ve hala falakanın izlerini taşıyordu. Birden içim ısındı. Falaka anları aklıma geldi, canım falaka çekti. Bir insan başka bir insana falakayı bile sevdirebilir mi? Evet, ben falakayı seviyorum!
Ah Efendim, elinizde öleceğim bir gün bu kadar heyecanı kaldıramayıp…
İkinci Bölümü Oku