Bazen sıradaki görevim ne olacak ne zaman olacak Efendim diye soracak oluyorum. Ben dedim ve istedim diye emir gelecek hali yoktu ya sus bekle diyordum kendime. Bekledim ve ceza da içeren bir görev aldım.
Görev: Çıplak ayakla sokakta 1 km yolu yürüyüp, alışveriş yapacaktım. Sonunda umumi bir tuvalette ayaklarımı yalayacaktım…
Ceza sebebi: Kuyruk sallamam sonucunda günlük sayfama gelen fazlasıyla samimi mesajlar…*¹
Ayakkabıları elime aldım ve yürümeye başladım
Ne zaman çıplak ayakla sokakta yürüme görevi gelse, itaatkar/yaramaz, köle/Elif, cesur/ürkek, köpek/insan ve orospu/utangaç hallerimin çatışmasını yaşıyorum. Önceden yapmış olmakla acemilik ortadan kalkabiliyor ancak bu iç hesaplaşma aslında her görevde bir nöbet gibi tutuyor beni.
Oje sürüp çıktım evden. Sıcak kaldırımlar ve şaşkın gözler için hazırdı ayaklarım. Neresi olsun diye çok düşündüm. Şehir değiştirebilirdim. Yapmadım. Efendim sınırları çizip birçok konuda seçimi bana bırakmıştı. Yaşadığım şehrin bir ilçesinde ve merkezinde yürüyecektim. Dolmuştan inince telefonda birkaç ayar yaptım. Adım hesaplayıcı, haritalar ve kamera hepsi hazırdı. Ama ben donakaldım… Kamerayı açıp kapatıyorum. Ayakkabıya bakıyorum ama çıkaramıyorum. Etrafımdan geçenler dokunacak hatta çarpacak kadar yakınıma geliyor da ben kıpırdayamıyorum. Bir adım atsam uygulama adımımı sayarak görevi başlatacak ama ayakkabı ayağımda hazır değilim. Bu git gel içinde daha önce içine defalarca işediğim o çirkin ve sidikli ayakkabılara söylenerek çıkardım ayaklarımdan. Güneşin hatırı sayılır şekilde ısıttığı kaldırım taşına bastım nihayet. Ayakkabıları elime aldım ve yürümeye başladım…
Şükret edepsiz! Şükret köpek!
Bu muymuş ne varmış işte yürüyorum. Kimse bana öyle yiyecek gibi bakmıyor. Hem 1 km 1312 adım, biter bir şey olmaz. Hadi hadi orospuluğun sayesinde aldığın bir görev bu. İyisin, kötü olsan kuyruk sallamamış olacaktın. Bu başarının tatlı bir cezası. Ya başarısızlığın cezasını alsaydın!…
Efendim’den uzakta ve savunmasızım. Biri tutsa kolumdan ‘ne bu hal’ dese! Hakaret etse, gülseler, alay etseler aldırmadan yürüyüp gidebilir miyim? Tacize uğrama ihtimalim de var. Tehlikenin tam ortasına gönderildim. Ne ile karşılaşırım nasıl etkilenirim düşünmüş müdür Efendim?
Sus! Söylenme. Ya Efendin seni görmemiş olsaydı? Dediği gibi hiç karşılaşmamış olsaydım? köle olmayı rüyanda göremezdin sen! Keyfine göre görev mi olur? Şükret edepsiz! Şükret köpek! Yürü! Hızlı ya da yavaş ama yürü. Ara sıra video çekmeyi ihmal etme…
Duymuyorum insanları. Arkamdan bir şey diyorlar mı acaba? Moralimi bozmamak için müziğin sesini de açtım ama. Karşıdan gelenlerin yüzlerine pek bakamıyorum. Ters bir ifadeyi kaldıramam ki. Zayıfım, yalnızım. Biraz korkuyorum da. Sanki işaretlenmişim gibi. Tahminler ne acaba? Deli, sapık…
Yaşlı bir kadın gelip durdu önümde
Kim ne der değil, Efendim istedi diye… Bu bilinçle yürümeliyim. Başım dik. Kimi zaman kedimle ilgili bir şeyler anlatırken, sıkça ‘ben’ diyorken böyle bir görev haddimi iyice bildiriyor. Toplum içinde yalınayak köleyim. Çıplak ayakla sokakta orospuluğun hesabını veren bir fahişeyim, Efendim’in fahişesiyim. Ben’lik azaldıkça daha bi Efendim’in kölesi oluyorum. Sevmese, hoşnut olmasa insan içine çıkarır mı, kendi isminin sonuna ekler mi kölem diye. Bu ne ayrıcalıklı bir aitlik, ne onurlu bir yürüyüş…
Saçlarım hep bağlıydı. Bu kez dağıttım ve kabarık durması sorun değil, daha iyi gizler beni. Başım önümde zaten. Kim görse saniyeler içinde uzaklaşıyorum. Hem sabah saatleri herkes işine yetişme telaşında. Çok dikkat çekmem herhalde. Bitti bitecek. Yaşlı bir kadın gelip durdu önümde. Ellerini beline koyup bana bakıyor. Kafamı kaldırıp yüzüne bir baksam kimbilir neler sayacak suratıma. Anlamazdan gelip ani hareketle sol tarafından geçip gidiyorum…
Falakaya rahmet okutuyor
Kaldırımlar, yaya geçitleri ve çakıl taşlarına basa basa görevimi/cezamı yaşıyorum. Bazı yerler çok yakıyor ayaklarımı. Hava çok bunaltmıyor ancak taşlar inanılmaz kızgın. Falakaya rahmet okutuyor resmen. Koşar adımlarla ilerliyorum, gölgeler var ama üç adımda bitiyor. Canım da acıyacak ki, ceza yerini bulsun değil mi. Şikayet değil asla, durum bildirimi. Bir delikanlı hızla geçti ileri. Kısa bir an dönüp baktı. Birkaç adım sonra bedeni ile tam dönüp ve durup öylece bakakaldı bir süre. Şaşırdı, belli ki heyecanlandı. Nihayetinde delikanlı ve toy zamanları. İçimden dedim ki: ‘Yapma, bildiğin gibi değil’. Tebessümle geçiyorum yanından. Dünden bir rüyam geliyor aklıma. Konu ve olay çok başka. Bugüne de güzel uyuyor. Adamın biri bana ‘Acayip şeyler yapma’ diyor…
Bir bedende iki kadın. Biri sıradan biri, diğeri köle. Çekimser adımlar atarken, sidikli ayakkabısı elinde, bir falaka gününde ayaklarının bağlandığı siyah bağı boynuna dolamış ve ojeli ayakları açıkta. Yaptığı ve düşündüğü farklı. Birbirini tamamlamayan uyumsuzluklar. Markete çıplak ayakla girecek cesareti var ama merhaba derken sesi cılız…
Ayağımı yalarken sidik kokusu ve tadı geliyor ağzıma
1 km yürüdükten sonra umumi bir tuvalet bulmam lazımdı. Tabi yine çıplak ayakla… Belediyeye ait bir yer vardı belirlediğim. Ama bulamıyorum. 1 değil, 10 tl de vermeye razıyım, yok. Telaşeden mi kaçırdım gözden bilmiyorum. Yeşil bir alan gördüm bir ara. Gölge üstelik. Birkaç dakika oturdum. Otlar çivi gibi batıyor ayaklarıma. Kaldırımda tekrar basmakta zorlandım. Ayaklarımın altı iyice sertleşmiş. Tahriş olmuş, aşınmış. Sızlaması daha belirgin. Sonunda dayanamayarak en yakın hastaneye gittim. Hastane yeni ve oldukça büyük. Alt kata iniyorum, tuvalet kilitli. Hasta ve hasta yakınlarına bir şok da ben oluyorum merdivenlerde ve koridorlarda. Labirent gibi hastane. Döndükçe köşeleri yeni bir oda ekleniyor sanki. Sonunda bulup giriyorum kabine. Genişliği standartların üstünde. Bu vaziyette bile ilgilendiğim şeye bak!
Ayakkabıları çıkaracağı sese rağmen elimden attım yere. Hızlıca hazırlanıp ayaklarımın fotoğrafını çektim. O ana kadar ne durumda olduklarını bilmiyordum. Gerçi şimdide net gözükmüyor. Çünkü tuvalette yerler ıslak, pis. Haliyle ayağımdaki tüm tozlar ıslanınca çamurlaştı. En çok da taban kısımlarım sızlıyor. Daha rahat bir yer aradım. Hatta toplamda 3 km gibi bir yolu çıplak ayakla sokakta yürüdüm. Son çare hastaneydi. Orada devam etmek istemezdim aslında göreve. Sonuçta hassas bir ortam. Kimseyi germek bekletmek istemem. Bu yüzden hızlıca ayaklarımı yalayıp çıkmak istedim tuvaletten. Yere işenmiyordur ama ayağımı yalarken sidik kokusu ve tadı geliyor ağzıma. Tozlar yapışıyor boğazıma. Miğdem zorlansa da, ayaklarımı yalamaya mecburum. Onca yolun kiri tozunu dilimle temizlemeye çalışıyorum ama kolay olmuyor. Sinmiş iyice kir ayağıma. Ovalasam dahi zor çıkar. Ayak parmağımın arasına kadar soktum dilimi. Bir yere oturmak da zorundaydım. Kıçım da ıslandı yerdeki pis sudan. Yapacak bir şey yoktu, öyle devam ettim. Kaydı durdurup, kıyafetimi değiştirdim.
Kabinden çıktığım andan itibaren kendimi hastanenin dışına nasıl attım bilmiyorum. Ayaklarımda artık ayakkabılarım var, yine de rahat sayılmam. Şimdi de, mevcut ağrısına ayakkabı içi sıcaklık da eklendi. İyice kavruluyorum.
En sevdiğim yer ayaklarınızın altı
Dolmuşun camına yaslanıp, derin ve yavaş soluklarla rahatlamaya çalıştım. Yorgunluk ağırlaştırmıştı vücudumu. Görev beraberindeki bu cezam gerektiği gibi olmadıysa eğer, tekrarı yakın olur mu acaba diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Henüz çok taze ayağımın sızısı. Kolay geçmez ki. Adım atarken sanki ayaklarımda ağırlıklar var gibi. Efendim, ben sizin sadık kölenizim. Aynı zamanda size layık bir orospu da olmaya çalışıyorum.
İçsel çatışmalarıma aldırmayın lütfen. En çok istediğim şey köleniz kalmak. En sevdiğim yer ayaklarınızın altı. Beni en fazla üzecek şey de, sizi memnun edememek. Dilerim bugün de benden razı olursunuz Efendim.