İddialı tüm kölelerin aklını okumak, kalbinden geçeni hissetmek isterdim. Efendi’lerine ne kadar teslimler merak ediyorum. Özellikle ‘sınırsız’ diye vurguladıkları hal ve davranışların boyutunu belki örnek alırdım belki de ibret…
Efendi, kölesinin en özeli ve biriciğidir. Öyle olmalıdır. Acaba diyorum, kölelerin Efendi’sinden ayrı tuttuğu bir ‘özel hayatı’ var mıdır? Olmalı mı, olmamalı mı?
Bana gelelim. Efendim’den ayrı özelim yok. Gizli kalmadığıma inanıyorum. Bedenimi çıplak gördü. Ruhumu okudu. Yaşantımın her alanına dair bilgisi var. Belirlenmiş zamana ve kısıtlamalara maruz kalmaksızın iletişim halindeyiz. Efendim ile yaşıyorum adeta. Fiziksel olarak mesafeyi kapatan bir yakınlığımız var. Efendim’in bana ve eğitimime ayırdığı zaman sayesinde. Ben bu kadar Efendim’e aitken. Efendim bana bu kadar sahipken…
7/24 Efendim’in yanında
Görev ve ceza çerçevesine epeyce aşinayım. Her şey bu döngü içinde sanıyorum. Halbuki o kadar çok yol ve yöntem var ki. Efendim’in kıyamet etkisinde başladığı konuşma, gereken etkiyi yarattıktan sonra sesi ve sözleriyle sıcacık kucaklıyor. Elbette, normal tonda başladığı cümlenin birdenbire havayı değiştirmesi tıpkı yaz ortasında fırtına etkisi yaratıyor.
Cüzdanımı emrediyor Efendim. Ben hızlıca hareket edip, çantamı da getirdim. Cüzdanımı verdim. Her şeyi teker teker inceliyor Efendim. Kimliğim, kartlarım, vesikalık fotoğrafım. Bana ait eşyaların Efendim’in elinde olması beni heyecanlandırıyor. Bir miktar parama çıkarıp ayrı tuttu. Aslında para dahil hiçbir şeye sahip olmadığımı söyledi Efendim. Bir şeyler satın almadan önce izin almam gerektiğini öğreniyorum. Benim için asla üzerine düşünülecek bir konu değil. Memnuniyetle, ‘Emredersiniz Efendim.’ dedim. Bu kadarı kime yeterdi ki. Gönlüm, keşke 7/24 Efendim’in yanında olsam da, kazancımı Efendim’e teslim etsem. Dünyaya ve satın alınabilecek hiçbir şeye zaafım yok. Boğaz tokluğuna yaşardım. Köpek gibi çalışıp, köle gibi Efendim’in huzurunda olmak herşeyin üstünde benim için. Cüzdandan çıkanları yerleştirdim. Efendim, ‘Cep telefonu getir.’ dedi. Alıp getirirken o mesaj hatırıma geldi. Efendim’in okumasını hiç istemediğim bir yazı.
Ya o cep telefonu açacaktım ya da kovulacaktım
Önceden neden silmediğime, o pis mesajı hala nasıl cep telefonumda tuttuğuma söylenip durdum. Artık çok geçti. Ne yapabilirdim? Telefonu Efendim’e verdim. Şifresini girmemi emretti. Ağlamaklı olmuştum saniyeler içinde. Efendim, okumanızı istemediğim bir mesaj var. Onu silsem öyle baksanız diye çırpındım ama Efendim kabul etmedi. Açamazdım. Görmemeliydi ama. Kimden geldiğini, içeriğinden bahsetmeden kendisiyle ilgili olduğunu tahmin etti. Efendim sinirlenmeye başladı. Uzatmamın anlamı yoktu. Ya o cep telefonu açacaktım ya da kovulacaktım!
Cennetten dünyaya düşmek bundan başka bir şey değildir herhalde. İki arada kaldım. Ne yapacağımı bilemiyorken, beni bekleyen kovulma tehlikesi ile sarsılmıştım. Haksız olan tabi ki bendim. Ve o durumdan sıyrılabilmem imkansızdı. Efendim, cep telefonu bana uzatıyor. ‘AÇ!’ Nasıl açarım? ‘O ZAMAN GİT!’ Gidemem…
Efendim, kendi cep telefonunu eline alıp, ‘Bak, bir mesaj yazıyorum sana. Okuduktan sonra dönüşü yok.’ dedi. En büyük korkum azat edilmek. Şimdi bununla mı karşı karşıya kalmıştım. ‘Yazmayın ne olur Efendim’ diye yalvarışlarım faydasızdı. Cep telefonu açsam bile, sonucu en az bu derece kötü olacaktı. Ne feci bir ikilemdeyim. Neden ve nasıl böyle köşeye sıkıştım. Neydi bu durumun özrü ve telafisi! Şimdi açsam, ilk emrettiği andaki gibi bir anlamı olacak mıydı? Tam teslimiyet özelliğimi yitirmiş miydim? Ya da hiç istisnasız ve koşulsuz kendimi bırakamadım mı! köleden beklenen itaat, sopanın altına tereddütsüz yatmak mıydı? Soyunup köpek duruşunda orospuca sikilmek miydi? Çıplak ayakla sokakta dolaşmak kadar basit miydi?
İtaatsizlik ettim
Ellerimle koltuğun kenarını sıkıp aşındırmam, vadedeceğim hiçbir şey, sözler, yeminler, kapıyı biri çalıp an’ı o an için bölse de, bayılsam da ne kadar da zor durumda olsam bile çıkarı/dönüşü yok. Gözyaşlarımı kontrol altına almaya çalışmaktan başka hiçbir şey elimde değildi. köle olarak, ne çok ne feryat figan ağlarsam ağlayayım biliyorum bu can sıkıcı bir durum olmaktan öteye geçemez. Kaç köle ağlayışına şahit olmuştur Efendim. Kaçının vaziyeti daha güçtü? Kaçının derdi daha karmaşıktı? Belki de haklı olarak ağlayanlar dahi mevcuttur. Bunun Efendim’i etkilemediğini bildiğim için gözyaşlarımı damlamadan siliyordum.
Efendim’in sözünü dinlemedim. İtaatsizlik ettim. En kötüsünü yaparak kendisinden uzaklaştırılmayı hakkettim. Acı ama gerçek! Kimse geri adım atmadı. Efendim beni azat edecek. Biliyorum. Neden kilitlendim? Cep telefonumu açmak istiyorum ama nasıl söyleyebilirim? Zaten kaybetmedim mi? ‘Eğer bana biraz olsun güveniyorsan, biraz olsun seviyorsan, cep telefonu aç’ dedi Efendim. Çıkış kapısını beklerken, umut kapısı açtı bana. Tüm bağlarım çözüldü adeta. Ve açtım.
Azat edilme
Ama hata mı yaptım? Neler oluyor… Cep telefonuma bakmadı bile. Sonunda Efendim o mesajı gönderdi. Ellerim ayaklarım titriyordu. Kalbim, sanki gürültü yaptığını düşünüp sessizce çalışıyordu. O mesaj malum emir ise, giyinip gitmekten başka bir ihtimal daha yoktu. Ne bir rica, yalvarış, pişmanlık… Mesajı aldım ama bu kez de okumaktan kaçınıyordum. Efendim telefonu camdan fırlatsa, ayağının altında ezse yüzümde sadece tebessüm olurdu. ‘Mesajı oku!’ emrini çaresizce yerine getirmek için telefonu açtım. Efendim, ‘Sen bana güvenmedin.’ sözünü söylerken, ‘Mesajını okumayacaktım.’ yazısıyla içim sızlıyordu. Ağır cümleler, utanç içindeki ruhum, büzüşen vücudum benim rezilliğimi her yönden vurguluyordu. Ama öyle yüzsüzüm ki, kovulmadığıma ve azat edilmediğime seviniyorum içten içe. Ayıbımın farkına varırken aynı zamanda üzerimdeki yüküm hafiflemişti. Diyecek söz bulamıyorum, bir tarafıma giresice teşekkürüm eksik kalsın etsem Efendim önemli değil mi diyecekti!
Deli gibi pişmandım. Hala kendimi köleden mi sayacaktım, yoluma nasıl devam edecektim? Koşulsuz güvenmeyi seçmemişken. Silinmez bir lekeye sebep olmuştum. Bütün hevesime, kendime olan inancıma, günün henüz başındayken gölge düşürmüştüm. Bir takla atarak uçurumdan yuvarlanmış bir araç, yoluna devam edemezdi. Efendim’in ne düşündüğünü bilemiyorum. Efendi olarak cezamı kesip, acı ile dersimi verebilirdi. Ben de canımın yandığı ölçüde ayıbımı telafi şansına erişebilirdim. Ya insan olarak? Kalbi kırılmış mıdır? Gücenmiş midir bana? Peki, bu yanını nasıl kapatabilirdim? Becerebilir miydim ki… Nasıl kırılır böyle bir Efendi? Nasıl batırdım kendimi. Hak etmedi Efendim bu tavrımı. Yakışmadı bu bana!
Ruhum, canımın yanmasını diliyordu
Her şeye rağmen, sinirlerin inanılmaz gerildiği o dakikalardan sonra Efendim’in sakinleştiğini görmek beni de rahatlatıyor. Yüzüm yerden kalkmasa da fırtına durulmuştu. Bir şeyler düzelecekti. Ve kesinlikle bu Efendim’in sayesinde oluyordu. Bana kalsaydı uçurumun dibinde debelenip dururdum. Efendim, benim en sonunda güvendiğimi görmek istedi. Beklediği güveni nihayet göstermem yetti problemi aşmak için. Şimdi uçurumdan beni kurtarmaya çalışıyordu Efendim. Sadece bu olumlu detayın üzerinde duruyordu. ‘Ceza için hataya gerek yok, istersem bir neden bulurum.’ diyen Efendim, şimdi de kurtarmak için ufacık bir hareketi yeterli buluyordu. Efendim esprili ve iğneleyici sözleriyle utanç içinde tebessüm ettiriyordu.
Seans geliyorum demez! Kendimi göstermek için ipler ayağımda düğümlenmesine gerek yokmuş. Sokakta birkaç insanın karşısında yerine getirilen görev ile ne oldum delisi olmamalı. Herhangi bir hazırlık, şartlanılmış duygular. Hiçbir şey! Durduk yere, oturduğum yerde kendimi ele verdim. Yeterince güvenmedim. Basitçe olduğu kadar çetin bir sınava girdim. En baştan bu yana gelişimlerim, başarılarım ve Efendim’den aldığım olumlu değerlendirilmeler ne varsa hepsini toplansa bu sınavı geçmemi sağlamazdı. Bu sınavı geçebildiysem sadece Efendim’in kanaat notu ile geçtim. Benden çok, Efendim bana güvendi!
Efendim yerinden kalktı. Arkasını dönüp yürürken kesik kesik aldığım nefeslerimi derin derin içime çektim. Her solukta yük atıyor gibiydim üzerimden. Efendim, çekmecesinden zincirli, klipsli ağız topunu alıp geri döndü. Aklımdan tam da benzer bir şey geçiyordu. Ruhum, canımın yanmasını diliyordu. Biraz acı Efendim. Ne olur bir ceza! Yanınızda bir köle yeri işgal ettiğime değmeli. Size Efendim diye hitap etmeye yüzüm olmalı. Beni bana bırakmayın Efendim.
Kendimle bile yüzleşmeye cesaretim yok.
Devamını oku…